X

Bir İnsanlık Ayıbı- Kadına Yönelik Şiddet | Psikolezyum

Kadına yönelik şiddet, yaşadığımız yüzyılda sıkça söz edilen bir insan hakları sorunu. Hemen hemen her gün haberlerde, sosyal medyada, hatta gözümüzün önünde şiddetin bu türüne şahit oluyoruz. Maalesef bu ayıbın tarihçesi insanlığın eski yıllarına kadar dayanmakta. Virjinya Tıp Fakültesi’nde mumyalarla yapılmış çalışmadaki bulgulara göre, kadına yönelik şiddetin geçmişi, günümüzden 2000-3000 yıl önceye uzanıyor. Dünya Sağlık Örgütü (DSÖ) ve pek çok kurumun verilerine göre kadına yönelik şiddetin en yaygın rastlandığı yer ise ne yazık ki aile. Bu yazımızda aile içinde kadına yönelik şiddeti tetikleyen  risk etmenlerinin neler olduğundan ve şiddet gören kadın üzerindeki etkilerinden bahsedeceğiz.

Yılda 1.6 milyon’dan fazla insan şiddet yüzünden hayatını kaybetmekte. Ve araştırmalar şiddetin büyük bir çoğunluğunun aile içinde olduğunu ve genellikle kadına yönelik olarak gerçekleştirildiğini gösteriyor. DSÖ raporu kadınların %36’sının hayatlarında en az bir kez fiziksel ve cinsel şiddete maruz kaldığını ortaya koyuyor. Türkiye’de yapılan kapsamlı bir çalışmaya katılan kadınların ise %34’ü fiziksel, %53’ten fazlası sözlü şiddete maruz kaldığını belirtiyor. Kadına yönelik şiddet yalnızca fiziksel olmayıp; aşağılama ve tehdit yoluyla sözel olarak veya anlayış, sevgi ve empati görememe sonucu psikolojik olarak hatta kadının isteği dışında cinselliğe zorlanması olarak da görülüyor. Kadının ev işlerine zorlanması, aile ve arkadaşları ile görüşmesinin engellenmesi, çalışma ve okuma hakkının elinden alınması, hakarete uğraması gibi her türlü ‘kısıtlayıcı’ veya ‘zarar verici’ davranış da kadına yönelik şiddetin tanımına girmekte. Şiddetin tüm bu türleri sıklığı ve miktarına bağlı olarak birey üzerinde pek çok psikolojik rahatsızlığa sebep oluyor. Yapılan çalışmalar şiddet gören kadınların %74’ünün depresyon, %6.7’sinin kaygı bozukluğu tanısı aldığını, yine bu kadınlarda, diğer kadınlara göre travma sonrası stres bozukluğuna daha sık rastlandığını göstermekte. Aynı zamanda %17.9 unun, intihara meyilli olduğu görülmektedir.

Şiddet babadan oğula, mağduriyet anneden kıza mı geçiyor?

Özellikle ülkemiz gibi ataerkil toplum yapısına sahip, kadın-erkek rollerinin kesin sınırlarla ayrıldığı toplumlarda kadına yönelik şiddete daha sık rastlanmakta. Toplum yapısının yanı sıra başka faktörler de kadına yönelik şiddetin görülme sıklığını etkiliyor. Tabii ki bunlar hiçbir şekilde şiddetin nedeni olamaz fakat, yapılan araştırmalardan elde edilen bazı risk faktörleri kadına yönelik şiddeti arttırıyor olabilir. Bu risk faktörlerine hakim olmak, bir insan olarak bizlerin de mağdur kadınları anlamasına yardımcı olacaktır. Çalışmalar özellikle çocukluk çağında aile içi şiddet olan bir ortamda büyüyen erkeklerin eşlerine karşı şiddete daha çok başvurduğunu, aynı şekilde büyüyen kadınların ise daha çok şiddete maruz kaldığını gösteriyor. Bu da şiddetin babadan oğla geçerken, mağduriyetin anneden kıza geçtiğini düşündürüyor. Sosyal Öğrenme Kuramı (atıf), bu tür ailelerde yetişen bireylerin ebeveynleri arasındaki ya da kendilerine yönelik şiddeti model alarak öğrendiğini ve bunu stresle baş etmede bir yöntem olarak hayatlarında kullandığını savunmakta. Araştırmalardan elde edilen verilere göre babanın anneye şiddet uyguladığına tanık olarak büyüyen bir çocuğun, ilerde eşine şiddet uygulama ihtimali üç buçuk kat artıyor.. Saldırgan babayla kendini özdeşleştiren, babayı olumlu olarak görme eğilimi ile şiddetin sorun çözme aracı olduğunu öğrenmekte ve ileriki yaşantısında bunu uygulamaktadır. Fakat bu bulgulara ve görüşlere rağmen geçmişte ailesinde şiddete tanık olmayan bireylerin de şiddet uyguluyor olması, tek etmenin aile olmadığını gösteriyor.

Tahmin edildiği üzere kadına yönelik şiddetin ortaya çıkmasında sosyoekonomik faktörler de etkili. İşçi ve orta sınıf ailelerde kadına yönelik şiddete daha çok rastlanıyor. Aynı zamanda eğitim seviyesi azaldıkça ve işsizlik arttıkça da şiddete başvurulma ihtimali artıyor.  Boşanmış çiftlerde evlilere göre şiddet davranışlarına daha sık rastlanmaktayken, kadının sosyal destek imkanı arttıkça şiddete maruz kalma ihtimali azalmakta. Son yıllarda yapılan çalışmalar kadına yönelik şiddetin özellikle hamilelik başlangıcı ve bitişi, menapoz ve mensturasyon dönemi gibi cinselliğin olmadığı dönemlerde daha da arttığına dikkat çekiyor. Yine ilginç bir şekilde, araştırmalar kadının eşinden daha çok gelir elde ettiği ailelerde şiddetin arttığını göstermekte. Kadının kariyer, eğitim ve ekonomik alanda daha güçlü olmasını kabullenemeyen erkeğin güç dengesi kurmaya çalışmak adına kadına yönelik şiddete başvurması da söz konusu. Araştırmalara göre en çok 18-29 yaş aralığındaki kadınlar risk grubu ve kadın erkek arası yaş farkı arttıkça (erkeğin yaşça büyük olduğu durumda) da şiddete maruz kalma ihtimali artıyor. Saydığımız bireysel etmenlerden daha etkili bir faktör tabii ki toplum yapısı. İçinde bulunulan toplumun kültürel yapısı erkeklerin daha üstün olduğunu vurguluyorsa, ülkemizde olduğu gibi aile içindeki şiddetin ‘mahrem’ olduğu ve ‘gizli kalması gerektiği anlayışı’ varsa maalesef şiddet oranı da artıyor. Aile yapısının yanı sıra hukuksal, ekonomik, politik, kültürel etmenler de şiddete zemin hazırlıyor. Kadına yönelik şiddet insanlık tarihi boyunca süre gelen bir sorun olsa da ülkemizde 1980’lerden itibaren tam anlamıyla ele alınmaya başlandı. Ama dünyada çoğu Arap ve Müslüman ülkede hala bir sorun görülmemekte.

Mağdur Kadının Psikolojisi

Ülkemizde İzmir ve Ankara’da 1070 şiddet mağduru kadınla yürütülen bir çalışmada kadınların %83’ü şiddete rağmen evde kalmayı seçtiğini belirtiyor.  Peki neden bu kadınlar şiddete maruz kaldıkları halde ilişkide devam etmeyi tercih ediyor? Tabii ki çok da isteyerek kabullenmiyorlar bu durumu. Maalesef  bir “mecburiyet” ve ‘çaresizlik’ söz konusu. Şiddet mağduru kadınlarla yapılan görüşmeler kadınların başta “utanç” hissettiklerini, başkalarına söyleyemeyeceklerini, bunun sadece kendi başına geldiğini düşündüklerini ve bu muameleyi hak ettiklerine kendilerini inandırmaya çalıştıklarını gösteriyor. Utanma, alaya maruz kalma korkusu, daha fazla şiddete maruz kalma korkusu, sosyal destek azlığı, polisin ve yasaların onu koruyamayacağı düşüncesi, ekonomik gelirinin olmayışı gibi birçok sebep yüzünden şiddete maruz kaldıkları evde yaşamaya devam ediyorlar. Ayrıca ilk başvuruda polis ve ailesinden destek göremeyen kadın genellikle bir daha şikayette bulunmuyor. Ülkemizde şiddet sonrası polise başvurmada destek görememe sık rastlanan bir sorun. Mor Çatı Derneği’nden elde edilen verilere göre polise başvuran 90 kadının %43.3’ünün polisler tarafından eşleri ile barıştırıldığı, %13.2’sinin ise başvurularının dikkate alınmadığı ve gerekli kayıtların tutulmadığını gösteriyor. Yani aile içi şiddeti önlemek için yalnızca birey odaklı çözümler değil hukuksal yasal düzenlemelere de oldukça ihtiyaç duyulmakta.

Peki Çözüm Ne ve Ülkemizde Nasıl Baş Ediliyor?

Tabii ki toplum olarak sorunun ciddiyetinin farkına varmak ve bu konuda bilinçlenmek en temel çözüm yolu. Öncelikle kadına yönelik şiddetin  ‘aile içinde gizli kalması gereken bir sır’ değil, baş edilmesi gereken ciddi bir sorun olduğunun toplumsal olarak kavranması, mağdur kadının utanç duymaması için oldukça önemli.  Son zamanlarda pek çok sivil toplum kuruluşunun da desteği, farkındalık arttırmayı hedefleyen kampanyalarla toplumda bu konuya dikkat çekiliyor oluşu umut vadediyor. Fakat, emniyet mensuplarının bu konuda eğitilmesi ve yaptırımı kuvvetli yasal düzenlemeler de en az farkındalık kadar gerekli. Kadın sığınma evleri de sorunun çözümünde önem teşkil ediyor. Bu evler mağdur kadının barınma ihtiyacını gidererek fiziki destek sağlarken, ‘yalnız değilim’ hissi yaşattığı için de psikolojik destek sağlıyor. Ülkemizde kadın sığınma evleri ilk olarak 1990’da Mor Çatı Kadın Sığınağı Vakfı bünyesinde ve ardından 1991’de Kadın Dayanışma Vakfı bünyesinde kuruldu. Ayrıca 1994’ten beri Kadının Statüsü ve Sorunları  Genel Müdürlüğü’ne bağlı Bilgi Başvuru Bankası da mağdur kadınlara psikolojik ve hukuki hizmet vermekte. 183 yardım hattı ve danışmanlık sunan Kadın Dayanışma Merkezi (KAMER) de mağdur kadınlara hizmet vermekte. Başbakanlığa bağlı Sosyal Hizmetler Genel Müdürlüğü bünyesinde de gittikçe sayısı artan Kadın Misafirhaneleri mevcut. Fakat maalesef hala yeterli sayıda değil. Ayrıca bu misafirhaneler gerekli olmakla birlikte sorun için geçici bir çözüm getiriyor. Mağdur kadın işsizse ekonomik güç kazandırılması gerekmekte ve ücretsiz psikolojik destek sağlanması da sürecin devamlılığı için önem taşımakta.

Ne yazık ki istatistikler tüm bu çabalara rağmen kadına yönelik şiddet sorununda anlamlı bir çözüme -ne ülkemizde ne de dünyada- ulaşılamadığını gösteriyor.  Hala milyonlarca kadın, ailesi veya eşi tarafından katledilmekte, yolda herhangi biri tarafından tacize/tecavüze uğramakta. Kadına yönelik şiddetin yalnızca kadın sorunu değil bir insan hakları sorunu olduğunu unutmayarak, kadın-erkek -insan- olarak bu sorunla mücadele etmek oldukça önemli. Yasal yaptırımlar yetersiz olsa dahi, gerek sosyal medyada gerek olayın gerçekleştiği alanda toplu bir tepki gösterilmesiyle mağdur kadının daha hızlı çözüme ulaştığına şahit oluyoruz. Bu yüzden bireysel olarak her tepki sorunun çözümü için oldukça önemli. Tanık olunan şiddete susmanın şiddete ortak olmak demek olduğunu hatırlatıyor, daha güzel bir dünyada yaşamayı umut ediyoruz 🙂

Kaynaklar

Efe, Ş.Y. ve Ayaz, S. (2010). Kadına yönelik aile içi şiddet ve kadınların aile içi şiddete bakışı. Anadolu Psikiyatri Dergisi, 11,23-29.

Erim, B.R. ve Yücens, B. (2016). Kadına yönelik şiddet ve kadın sığınma evleri. Arşiv Kaynak Tarama Dergisi, 25(4),536-549.

Page, A.Z. ve İnce, M. (2008). Aile içi şiddet konusunda bir derleme. Türk Psikoloji Yazıları, 11(22), 81-94.

Paylaşın, herkes okusun:
Gülçin Özdemir:
Alakalı içerikler