Her gün sosyal medya aracılığıyla şiddetin dünyanın her yerinde -ve çoğu zaman yanlış anlaşılma sonucu- ortaya çıktığına bir kez daha şahit oluyoruz. Ne yazık ki artık bu tanıklık durumu bizler için şaşırtıcı olmaktan çıkmış durumda. Tehlikeyle her an yüz yüze olabilecek polislerin genellikle hızlı ve doğru kararlar almaları gerekiyor. Özellikle hayati tehlike arz eden durumlarda bu kadar çabuk alınan kararların pek de doğru olmadığını ve ne yazık ki masum sivillerin ölümlerine neden olabileceğini görüyoruz.
Minnesota’da polis tarafından öldürülen Philando Castile’nin vurulduktan sonra çekilen videosu, sevgilisinin sosyal medyada yaptığı canlı yayınla hemen yayıldı. Üzülerek söylüyoruz ki Castile, yanlışlıklar sonucu ölen ne ilk ne de son kişi. Yine Afrika kökenli bir başka kişinin kimliğini çıkartmak isterken 4 polis tarafından üzerine 41 el ateş sıkılarak öldürülmesi, diğer bir vatandaşın 50 el ateş edilmesi sonucu ölmesi ya da 19 yaşında siyahi bir gencin ellerini havaya kaldırmaya fırsat bulamadan polis tarafından öldürülmesine benzer durumlar fazlasıyla sık yaşanmakta. Örnek verdiğimiz tüm kurbanlarının ortak noktasının siyahi ırktan olması bizlere bir tesadüften daha fazlasını anlatıyor olabilir. 15 siyahinin öldürüldüğü zaman diliminde bir tek beyaz sivilin bile kaza kurşunu sonucu ölmemesi ise ayrı bir dikkat çekici nokta. Tabii ki akıllara polislerin neden daha çok siyahileri öldürdüğü sorusu geliyor.
Polisler, daha hızlı ve otomatik düşünmek zorundadırlar. Sosyal bilişlerimizden bu “otomatiğe bağlama” çaba gerektirmediği gibi kasıt bulundurmaz ve bilinçdışı, istemsiz gerçekleşir. Yani yeni bir bankaya gittiğinizde daha önceki deneyimlerinizden edindiğiniz bilgiler ışığında girişte duran, silahı ve rozeti bulunan kişiye emeklilik hesabınız hakkında soru sormazsınız; çünkü o üniformalı kişinin güvenlik görevlisi olduğunu tahmin edersiniz. Kapıdan içeri girdiğinizde “Bu kişi daha önceki girdiğim bankalardaki güvenlik görevlileri gibi giyinmiş. ” ya da “Bu kişinin silahı var.” gibi düşüncelerle sınıflandırma yaparsınız ve bireysel emeklilik hesabınızla ilgilenmeyeceğini anlarsınız. Yaptığınız sınıflandırmalar mekanlar, nesneler, durumlar için de geçerlidir ve “şemalar” olarak isimlendirilir. Bankada gişede ayakta sıra beklenilmediğini, bunun yerine otomattan sıra numarası almanızı bilmeniz ise “senaryolarla” ilgilidir. Şemalar ve senaryolar bizim geçmiş deneyimlerimizden etkilendikleri gibi belleğimizdeki bilgileri etkileyebilir, düşüncelerimiz ve kararlarımız üzerinde önemli rol oynayabilirler. Cinsiyet, ırk ya da feministler gibi belli gruplara atfedilen şemalara ise “stereotip” denilmektedir.
Yeni yapılan bir çalışmada stereotiplerin polislerin ateş etme kararlarında bir etkisi olup olmadığı araştırıldı. Katılımcılara kamusal alanlarda çekilmiş fotoğraflar gösterildi. Bu fotoğrafların yarısında siyahi, diğer yarısında ise beyaz vatandaş bulunuyordu. Hem siyah hem de beyaz şahısların yarısı ellerinde cüzdan, kamera, telefon gibi eşyalar tutarken, diğer yarısı silah tutuyordu. Katılımcıların görevi ise yarım saniyeden biraz uzun bir zamanda gördükleri kişinin elinde silah taşıyıp taşımamasına göre “ateş et” ya da “ateş etme” yazılı düğmelere basmaktır. Deneyin sonunda katılımcılar doğru ve yanlışlarına göre puanlandırıldı. (Siz de buradan kendinizi deneyebilirsiniz; http://backhand.uchicago.edu/center/shootereffect/)
Eğer kendinizi sınadıysanız sonuçları açıklayabiliriz; katılımcılar silahlı olsun ya da olmasın siyahi kişi gördüklerinde ateş etme eğilimi gösteriyorlardı. Bu deneyin ardından yapılan başka çalışma da polislerin silahlı bir siyahiye, silahlı beyaza göre, ateş etmeden önce daha az zaman harcadığı sonucu buldu. Ama umutsuzluğa düşmeyelim, bir başka araştırma ise polislerin diğer insanlara nazaran stereotiplerden daha az etkilendiğini gösterdi. Daha çok araştırmaya ihtiyaç duyulsa da polislerin de tüm insanlar gibi streotip etkilerine maruz kaldığını söyleyebiliriz.
Kaynaklar
Aronson, E. Wilson, T. ve Akert, R.M. (2012). Sosyal Psikoloji. Kaknüs Yayıncılık, (İstanbul).